29 Aralık 2009 Salı

Küçük hanımın 2009'da öğrendikleri...

Bir yıl bitiyor. Bende bu biten yılda neler yaptığımızı küçük hanımdaki değişiklikleri yazmak istedim. Hem hafızamı yoklamış olacağım, hem de geçtiğimiz yılın ayrıntıları kayıtlara geçmiş olacak.

-İlk defa babasından ayrı kaldı. Onun içinde benim içinde zor günlerdi. Uyku uyumadı ve bir dizi hırçınlık. Mecburi bir ayrılıktı 5 ay sonra bitti.

- Kendi kendine giyinmesini öğrendi. Ayakkabılarını ve paltosunu artık kendi çıkarıyor.

- Uzun cümleler kurmayı öğrendi. Sayısız şarkı ezberledi. Türkçe 20 ye kadar, İngilizce 10 kadar saymayı öğrendi.

- Baby Tvden Nickelodeon'a transfer olduk. Dora ve Caillou sevgisi doruklarda.

- Bazı kuralları öğrendik yerler çöp atmamak. Sıra beklemek. Birşey alınca parasını ödemek gibi.

- Kavga etmeyi öğrendi. Son zamanlarda tehdit vari kelimelerde kullanıyor. Bir daha size gelmeyeceğim. Artık seni sevmiyorum gibi.

- Kaydıraktan yalnız başına kaymayı öğrendi.

- Yardımla takla atmayı ve köprü kurmayı öğrendi. Oyun grubu sayesinde.

- Şekilleri, renkleri öğrendi. Belli sınırları çizerek onun içini boyamayı öğrendi. Oyun hamurları, parmak boyaları bu yıl daha bir ilgisini çeker oldu.

- Benim gözümde büyüyen acaba nasıl olacak dediğim tuvalet eğitimini tamamladık. Başlangıç aşaması umduğumuzdan kolay oldu fakat sonrası biraz zorladı. Yeni yeni rayına oturdu.

- Sallanmadan uyumayı öğrendik. Bu bize birlikte yatmayı getirdi ama en azından sallama mevzusunu atlattık.

- Bilimum DVD, VCD, Bilgisayar, İphone kullanmayı öğrendik. Bu konuda oldukça başarılı. Özellikle iphone noktasında. Teknik destek sağlanır :)

- Mevsimleri, yağış şekillerini ve kullandığımız araçları öğrendik. Araçları kullanarak öğrettik metro, vapur, otobüs gibi... Otobüsten çok zevk aldı. İlk defa binince onda biraz şaşkınlık etkisi oluşturdu.

Her gün mükemmel değildi elbette. Hastalıklarımız, kayıplarımız, üzüntülerimizde oldu malesef. Hayat devam etti. Devam ettikçede küçük hanım öğrendi. Sınırsız hafızası her şeyi o kadar çabuk kopyalıyorki bu bizi bile şaşırtıyor. Üzerine titrediğim, sağlığından endişe ettiğim günler kısmende olsa geride kaldı. Her sağlıklı çocuk gibi oda yoluna hızlı adımlarla devam ediyor. Yeni yılın herkese sağlık, mutluluk ve huzur getirmesi dileğiyle...

28 Aralık 2009 Pazartesi

Mutlu yıllar...

Cumartesi günü anne ile beraber oyun grubunda yapıldı. Tasarım genel hatlarıyla öğretmenimize ait.

Biz yapıştırma ve yerleştirme kısımlarını yaptık. Küçük hanım daha çok simli kısımlarla ilgilendi. Anne az döküyorum diyerek her yeri ve tabiki üstümüzüde sim içinde bıraktı.

Yeni yılın olmazsa olmazlarından birini gerçekleştirdik bizde.
Mutlu yıllar dileklerimizle...








25 Aralık 2009 Cuma

Bana yetmeyen zaman...



Koşturma, koşturma, koşturma. Her yer yoğun ev yoğun (taşınma telaşı var), iş yoğun (denetlemeler, yıl sonu). Birde üstüne ekstralar mevzular. Şaşırmış durumdayım. Uyku yetmiyor. Koşturma bitmiyor. Minik hanım akşamları ilgi bekler anne ise yorgun. İş babaya düşer. Baba sonra sitem eder. Kendimden kopyalasam ne hoş olurdu. Bu kadar koşturmaya rağmen bakıyorum ev hala aynı durumda, işte ise bir değişiklik yok. Bir arpa boyu yol gidememişim. Sabırsızlığımda cabası. Kendime bakıyorum iyice salmışım. Yarın ne giyeceğimi bile düşünmek istemiyorum. Üzerime yapışan bu yorgunluktan rehavetten kurtulmam gerek ama nasıl. Eve gidiyorum işle ilgili bir dolu program yapıyorum şunları şunları yaparım diye. Aynı şekilde işte evle ilgili programlama. Ama günlerim sadece programlama yaparak geçiyor icraat yok. Bir yerde ciddi bir sorun var:). Yeni yıl fikri biraz enerji verir belki bana. Üzerimdeki bu rehaveti alır götürür umuyorum...

24 Aralık 2009 Perşembe

Hastalıkta, sağlıkta

Bu yazıyı neden yazdığımı biliyorum. Bir evlilik yok olurken hissettirdikleri yazdırıyor bunları bana. Karşımdaki kişi 'her yeni evlenen kişiye acıyorum diyor'. Dönüp kendime bakıyorum ama ben böyle düşünmüyorum. Eşim, benim diğer EŞİM. Zor zamanlar oluyor elbet. Çatışmalı zamanlar, görüş ayrılıkları ama birbirimizin aynı olsaydık hayat bu kadar eğlenceli olabilir miydi?. Evlilik başka birşey. Üzerine yazılmış, söylenmiş bir dolu söz. Bir başlangıç aslında, karar yola devam 2 kişilik. Daha sonraları arta arta. Ama bitirmek. Hayallerinin yıkılması, çocuğunun üzülmesi. Kişiliğinin yok edilmesi. İçine sindirilmeye çalışılması. Acı.

Hiç bitmeyecek diye birşey yok elbette. Ama insan bitirmek için yola çıkmıyorki. Hep güzel olsun istiyor. Hep mutlu kalalım. Kendi evlilik anahtarım sevgi. Aşk cazibesini yitirebilir. Heyecanı yok olabilir. Ama sevgi evlilik için olmazsa olmaz faktör.

Bir yanım üzgün, bir yanım değil. Üzgünüm bir evlilik yıkılıyor diye. Değilim çocuklar daha huzurlu büyüyecek diye. Karar vermek ne zor. Yanlış kararlar vermemek dileğiyle...

23 Aralık 2009 Çarşamba

Yataktaki kedi....

Son 6 aydır 2 kişilik yatağımız bazen 3, bazen 4 olmak üzere sürekli bir hareket halinde. Hanımefendi sallanarak uyuma fasıllarını atlattıktan sonra nedense aniden bizim yatağa transfer oldu. Kendine sorarsanız biz onun yatağında yatıyoruz. Çok lütufkar izin verdi yatmamıza :). Annelere sorma, biraz araştırma dönem dönem çocuklarda böyle durumlar olur diyor. Psikologlar her zamanki gibi bağımlılık yapar özgürleşemez mevzuları kesin ve katı. Gelde anlat çocuğa yarın iş var bir an önce uyumak gerek yorgunluktan bitap düşen gözkapaklarına birde çığlık çığlığa bağırmalar eklemek kolay mı. Neyse işin aslı bizde son günlere kadar çok şikayetçi değildik. Minicik bi el bir anda sarılıyor size. Elleri yüzünüzde nasıl huzurlu, nasıl tatlı bir uyku anlatamam :). Bende çok zıtlaşmıyorum. Fazla inatçı yapma dedikçe inada yapıyor. Yalnız son günlerde epeyce değişti mevzular. Birgün arı vız vız, birgün Mualla teyzenin bebeği (Mualla teyze aldı adı ondan öyle) yatağımıza teşrif ediyorlar. Uyanır uyanmaz ilk soru bebeğim nerde. Gece tekmeleri, aniden kulağıma inen bir topuk. Yastıkta bulduğum ayaklar. Uyuyana kadar kolumu kaşı, popomu kaşı, sırtımı kaşı seromonileri. Biz uyuyomuyuz, uyuyoruz. Gerisini siz düşünün artık. Varmıdır yatağa yollamanın yolu. Bir formül falan şöyle kolayından :)

22 Aralık 2009 Salı

Bu soruları kim soruyor...


Şaşkınım açıkcası. Bu minik hanım bazen öyle sorular soruyor ki kalakalıyoruz. Aslında sorulardan ziyade içinde kullandığı kelimeler bizi şaşkına çeviriyor. 2,5 yaşındaki bir minik nasıl kullanıyor bu kelimeleri ve doğru yerlerde anlamsız manasız bir şekilde değil. Bazen içinde başka bir çocuk olduğunu düşünüyorum:). Bu kelimeleri nerden öğreniyor büyük ihtimalle Tv'den. Şu sıralar kayıt halinde duyduğu her kelimeyi kaydediyor. Yine tekrarlıyorum ama bu kayıt değilde kullanış yerlerinin doğruluğu şaşırtıyor bizi. Ve işte iki örnek...

Sabah kalktık hazırlanıp anneanneye gittik acelem var işe geç kalıyorum tuvalete götürüyorum alel acele. Üstünü çıkartıyorum soru bir
- Anne neden üstümü çıkartıyorsun?
Ben acele acele
- Neden olabilir Almina tuvaletini yapman için.
Söyleyiş tarzım kendisine biraz sert gelmiş olmalı ki
- Anne soyun nedir ?
Ben şaşkınn gülmekle beraber. Anneanne içerden duymuş sesleniyor İlknur ne dedi ooo. Sorun ne dedi anne. Sorun ne...:)...

Bir diğeride dün akşam oldu.
Babasıyla oyun oynadılar babası bir müddet sonra salona gelince
- Baba neden gelmiyorsun oynamaya?
- Kızım yorgunum biraz dinleneyim
- Baba ama neden yorgunsun?
- İşten geldim canım ondan
Kendine göre bir cevap alamayınca düşündü ve sordu
- Mesele nedir baba?
Biz bakışmakla kaldık. Gülmeli mi ağlamalı mı karar vermedik.

Son günlerde çok şaşırtıyor bizi. Uçmak istiyor mesela 'keşke bende uçabilseydim' ve daha sonra 'keşke bende kuşlar gibi uçabilseydim'. Pilot olacak sanırım :). Uçmak merakı nerden geldi bende merak ediyorum.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Yeni başlangıçlar..

Hayat her gün yeni bir ışıkla başlıyor. Dolu dolu geçiyor günler hızına yetişilemiyor. Şükürler ediyorum, sevdiklerime sıkı sıkı sarılıyorum. Umutlar ve hayaller varoldukça, amaca hızla koştukça yaşamak insanı daha bir kamçılıyor. Yeni sözler veriyorum kendime. Sabrımı sınıyorum kimi zaman. Tartıyorum, ölçüyorum, biçiyorum kafamdakilere bir türlü yer bulamıyorum. En çokda yastığa koyunca kafamı düşünceler daha bir bastırıyor sanki. Hem sessiz, hem heyecanlı hemde endişeli. Ama içimdeki umut ışığı öyle bir parlıyorki nasıl anlatmalı. Sevgiyle ördüğüm her şey nasılda mutlu görünüyor. Bende mutluyum son günlerde, büyük kararlar var arkasında ama yinede mutluyum. Babamında dediği gibi 'emek olmadan, yemek olmaz'. Tüm zorluklar güzel şeylere gebe olsun sevgiyle, mutlulukla birlikte...

15 Aralık 2009 Salı

Melek mi?, Şeytan mı?

Ben karar veremedim açıkcası. Canından başka kaybedecek bir şeyi olmayan bir kadının, ayakta kalmak için ettiği büyük yemin ('Bekle beni Osmanlı tacına ve tahtına ortak olmaya geldim!). Kaybetmekten korktukları uğruna ölümü bir bir çağırması. Kendine köle olsun diye kızını topal bir adama vermesi. Cihan hükümdarı Kanuni Sultan Süleymanı yönetmesi. Hatta onun dışında bir adamdan çocuk dünyaya getirmesi. Üvey oğlunu türlü entrikalarla babası tarafından öldürtmesi ve daha bir sürü şey. Açıkcası karar veremiyorum o bir melek mi?, şeytan mı?. Kimden mi bahsediyorum. Hürrem Sultan. Diğer adı Aleksandra veya Roxelanne. Bana tüm bu duyguları hissettirense Demet Altınyeleklioğlu'nun ilk kitabı Moskof Cariye Hürrem.



Yazar Moskof Cariyenin tarihi bir roman olmadığından, tarihi süreçten esinlenerek geliştirilmiş bir kurgu olduğundan bahsetmekte. Kurgularıyla birlikte sizin tarihin belli başlı olaylarına yolculuk etmenizi sağlıyor. Bir kadının gücünü, saltanat uğruna her şeyi göze alışı. En ufak bir hatasında ölümle burun buruna geleceği bir hayat. Yazar bu kitapta Hürrem Sultanın olumsuz taraflarını anlatırken onun iç sesine kulak vererek kendince haklı yönlerini ortaya koymuş. Bir kadın gözüyle bakmak, evlatlarının yaşamları uğruna başka canlara kıymak onu haklı çırarır mı bilinmez. Malesef kendi sebepleri bize muammadan öte değil. Melek yada Şeytan ama bugün bile isminden söz ettiren güçlü bir kadın. Yazarın bu ilk kitabı olmasına rağmen ben keyif alarak merakla okudum.

14 Aralık 2009 Pazartesi

Gözümüz yollarda beklerken



Cuma günü havanın soğuması ve yağmurla beraber bizde kar yağar umuduyla beklemeye başladık. İzlediğimiz film ve çizgifilmlerde kar konusunun sıkça işlenmesi, bide üstüne cumartesi oyun grubunda kardan adam yapmamız tuzu biberi oldu. İstanbul cumartesi yağmura teslim olunca, bekleyişimizde boşa gitti. Pazarda fırtına ve yağmurla geçti. Küçük hanımı karda oynatamadık ama umudumuzu kaybetmedik bekliyoruz :)



9 Aralık 2009 Çarşamba

Bir küçük Alicik varmış

Bir küçük Alicik bir gün okula başlamış.
Pek mi pek akıllıymış
Okulu da pek mi pek büyükmüş
Ama akıllı çocuk sınıfına dışarıdan
Kestirme bir yol bulmuş
Buna çok sevinmiş
Artık okul ona kocaman görünmüyormuş.
Bir zaman sonra bir sabah
Öğretmen demiş ki;“Bugün resim yapacağız.”
“Ne güzel” demiş çocuk
Resim yapmasını pek severmiş
Her türlüsünü de yaparmış
Aslanlar,kaplanlar,
Trenler,gemiler
Mum boyalarını çıkarmış
Ve başlamış çizmeye
Ama öğretmen “durun” demiş
“Henüz başlamayın!”
Ve herkes hazır olana kadar beklemiş.
“Şimdi” demiş öğretmen
“Çiçek yapmasını öğreneceğiz.”
“İyi” demiş çocuk
Çiçek çizmeyi de çok severmiş
Ve pek güzellerini yapmaya başlamış
Pembe,mavi,portakal mum boyalarıyla...
Ama öğretmen “durun” demiş
Size nasıl yapılacağını göstereceğim
Yeşil saplı kırmızı bir çiçek çizmiş
“İşte” demiş öğretmen
“Şimdi başlayabilirsiniz”
Küçük çocuk bir öğretmenin resmine bakmış
Bir de kendininkine
Kendininkini daha bir sevmiş
Ama bunu söyleyememiş
Kağıdını çevirip,
Öğretmeninki gibi
Yeşil saplı bir çiçek çizmiş
Ve çok geçmeden
Küçük çocuk öğrenmiş beklemeyi,İzlemeyi,
Ve her şeyi öğretmen gibi yapmayı
Ve çok geçmeden
Başlamış kendiliğinden hiç bir şey yapmamaya
Ama birdenbire
Küçük çocuk ve ailesi
Taşınıvermişler başka bir eve
Başka bir şehire
Ve çocuk gitmiş başka bir okula
Bu okul daha büyükmüş öbüründen
Kestirme yolu da yokmuş dışarıdan
Büyük basamakları çıkmak
Ve uzun koridordan geçmek
Gerekmiş sınıfa kadar
Ve daha ilk gün
Demiş ki öğretmen ;“Şimdi resim yapacağız.”
“Güzel” demiş çocuk
Ve beklemiş öğretmeni
Ne yapacağını söylemesini
Ancak öğretmen bir şey söylemeden
Başlamış dolaşmaya
Küçük çocuğa gelince durmuş
Sormuş “resim yapmak istemiyor musun?”
“İstiyorum” demiş Alicik
“Ne yapacağız?”
“Ne istersen” demiş ögretmen
“İstediğim renk mi” demiş çocuk
“İstediğin renk” demiş öğretmen
“Herkes aynı resmi yaparsa”
“Ve aynı renkleri kullanırsa”
“Kimin ne yaptığını”
“Ve neyin ne oldugunu nasıl anlarım ben?
“Bilmem” demiş çocuk
Ve başlamış çizmeye Yeşil saplı kırmızı bir çiçek. ''Alıntıdır''

Bir çocuğu büyütmek kolay değil elbet. Kendimize ait bir kopya mı yetiştiriyoruz, yoksa kanatlarını açtığında özgürce uçabilen bir kuş mu? Elbette çocuk görerek öğrenir. Belli başlı kurallar vardır uyulması gereken ama onu bir kalıba sokmak mümkün müdür? Büyük işler düşüyor annelere, babalara ve öğretmenlere gelecek güzel yarınlar için...

3 Aralık 2009 Perşembe

Ülkemden kadın manzaraları...

Çaresizlik çok kötü. Çözüm üretememek. Yanıt verememek. Gözlerinin önünde yaşanan bir drama bakakalmak. Çok karşılaşıyorum ben bununla. Çalıştığım sektörün getirisi yada götürüsü. Dünyadaki adeletsiz gelir dağılımı ve kocasına mahkum bir kadın. Bir kadın ki gözü yaşlı. Kocası ayrı yaşıyor (adamın seçimi kadının öyle bir hakkı yok), 6 çocuk annesi. Kronik bir hastalığa sahip. Erişkin birer adam olan oğulları sosyal güvenceli bir işte çalışmıyor. Ve çalışmakta istemiyor. Evdeki kızlar çalışmak istiyor baba izin vermiyor. Anne gözü yaşlı. Tedaviye devam etmek için kocasına muhtaç. Ayrılmak istiyor oturduğu evden elinden gider korkusu yaşıyor. Dönüp tedavi gördüğü kuruma ' siz bana ailemden çok sahip çıktınız' diyor. Darmadağın olmuş durumdayım. Anne olmak, eş olmak, birey olmak ve bir yanın eksik olmak. Ne acı. Ülkemden kadın manzaraları. Açıkcası haykırasım var..............

2 Aralık 2009 Çarşamba

Ben yaparım...

Son iki aydır müthiş bir benlik kazandı küçük hanım. Özgürleşme çabaları, ben yaparım çığlıkları had safhada. Yeni şeyler öğrenmek ve haklı olarak da deneyimlemek istiyor. Bu söylediklerimde sorun yok. Sorun şu ki deneyimlemek esnasında hiç bir şekilde yardım almıyor. Ya kendi yapacak olmadı, anne sen yap yada baba sen yap şeklinde uzayan bir çekişme.

Makasla kağıt kesmeye çalışıyor makası tutmayı gösteriyorum
-hayır ben yaparım. Peki az sonra ağlamaklı ses
-anne ben yapamıyorum sen yap.
-Kızım yardım edeyim baş parmak şuraya, işaret ve orta parmak şuraya. İsyan
-hayıy hayıy ben yapamıyoyum sen yap.

Bir diğer örnek her sabah evden çıkılıyor minik hn. anneanneye bırakılıyor. Tabi aynı seromoni akşamda var. Fakat işe geç kalmama çabası sabah koşturmacası hızlı hareket etmemizi gerektiriyor. Arabaya kendi biniyor. Olaki hız kazanmak için arabaya binişine yardım edelim. İsyan bayrağı çekiliyor. Başlıyor ağlamalar arabadan iniyor kucağa alındığı kısma kadar yürüyor sanki biraz öncekiler yapılmamış gibi tekrar arabaya kendi başına biniyor. Öyleki bazen ayağından çıkarttığımız ayakkabıyı tekrar giydiriyoruz kendi çıkartsın diye. Bunları istemesinde sorun yok. Ama isteme şekli hep ağlayarak. Bu bir süreç elbet büyüme sancıları ama yaşamın içinde bazen zorlaşıyor işte.

2 yaş sendromu mu?, özgüven duygusu mu? çözemedim henüz. Sabır diliyorum kendime :)...

25 Kasım 2009 Çarşamba

Heyecan...

Bizim zamanımızda şeklinde başlayan cümleler kurmak için henüz çok erken. Ama çocukluğumdaki bayramlar kadar heyecan duyuyorum gelecek günleri beklerken. Ufakta olsa yeni bir şey alıyorum kendime. En çokta uzun süredir görmediğim insanları görmek, kalabalık sofralara oturmak, öpüşmek, sarılmak mutlu ediyor beni. Her gün uğradığım annemin evine bayramda gitmek bile farklı oluyor. Minik hanımda böyle beklesin istiyorum bayramı. Her bayram yeni kıyafet heyecanı onuda sarsın. Bayram sabahı erken kalkmanın anneanne yada babaanne evinde kahvaltı etmenin zevkine oda varsın. Uzun süredir görmediklerini görsün. Şımarsın, hediyeler alsın istiyorum. Ev, iş arasında sıkışan yaşamımızda, alışveriş merkezlerinin dışında zaman geçirilecek yerler kalmıyor artık çocuklara. Sosyalleşmenin bu ilk adımlarında daha çok insanla daha çok sevgiyle karşılaşmasına vesile oluyor bayramlar. Yine heyecanla beklediğimiz bir bayram geliyor. Güzel bir bayram geçirmeniz dileğiyle.

İyi bayramlar...

Balküpünden inciler:

  • A: Tatlım haftaya bayram biliyormusun?

  • Almina: Anne hani şekerim nerde?

  • A: :))

24 Kasım 2009 Salı

19 Kasım 2009 Perşembe

16 Kasım 2009 Pazartesi

YETENEK


Onun bu resimleri yaptığını gördüğümüzde biraz garipsedik doğrusu. Bir insan çiziyordu onun deyimiyle bebek. Henüz 2,5 yaşında onun yaş grubu için erken gibi geldi bize. Doğru onu boyalarla, kağıtla ve kitapla erken tanıştırdık. Onunla birlikte resimler çizdik. Babasınında resim kabiliyeti yok sayılamaz. Belki genetik bir geçiş, belkide görsel hafızanın yansımaları. Yada kızımız resim konusunda yetenekli mi ne?:)

Biraz google araştırması. Genellikle 3 yaş sonrası bu tarz çizimlerin başlayacağını söylüyor. Önemli bir notta yaptığı resimlere tarih atıp bir gelişim gösterip göstermediğinin farkına varmak iyi fikir! Başladık tarih atmaya.

Yine bu araştırmaları yaparken sanat üzerine dersler veren bir okula rastladım. 3 yaş sonrası eğitim veriyorlar. Arasam bilgi alabilir miyim acaba. Neyse aradım karşıma okulun sorumlusu resim öğretmeni bayan çıktı. Kızımın bir insan yüzü çizdiğinden bahsettim. Oda bunun yaş ortalaması olarak erken olduğunu fakat şimdiki veletlerin gerek Tv, gerek diğer uyarıcı görseller sayesinde daha hızlı öğrendiğinden dolayı şimdilik buna yetenek diyemeyiz dedi. Bunun yetenek olduğunu söylemek için erken olduğundan bahsetti. Ve eğer isterse miniğimiz 3 yaş sonrası bu yönde eğitim alabilirmiş.

Bide oyun grubundaki sınıf öğretmenimizle paylaştık konuyu. Oyun grubunda serbest resim çalışması yok. O yüzden kendi yaş grubunun neler yaptığının gözlemini yapamıyorum. Ama öğretmenimiz hafta içi grubu gördüğünden daha rahat bilgi alırız dedim. Oda bunun 4 yaş civarı olduğundan bahsetti. Bu yönde bir eğilimi varmı sanırım zamanla öğreneceğiz. Her zamanki gibi aceleci mi davranıyorum o daha 2,5 yaşında demektende kendimi alıkoyamadım. Fakat onun farkındalıklarını, yeteneklerini, eğilimlerini gün yüzüne çıkarmakta benim işim. En iyi öz güveni bu yolla kazanacağına inanıyorum. Hoşlandığı, yapmaktan zevk aldığı şeyleri bulmasında her zaman ona yol gösterici olacağım.

12 Kasım 2009 Perşembe

İş dünyası ve erkek egemenliği...


9 yıldır çalışıyorum. Bazı şeyleri gözlemlemek yılların verdiği sabırla daha kolay. Çalıştığım ortam için aile şirketi denebilir kısmende olsa. İş dünyasında yönetim genelde erkeklerin elinde. Yönetimi elinde bulunduran erkekler de varolan güçlerini, bilgi ve becerilerini aktarmak için yine bir erkeği seçiyorlar ne yazık ki. Kadınlar onlar için daha bir entirikacı, bulunduğu yeri her an sallayabilir, konumunu yok edebilir tehdidi oluşturuyor. Korkuyorlar mı ne? :). Hem cinsi ona sadık kalır yamuk yapmaz diye düşünüyor erkek. Bu bir bakış açısı.

Diğer noktada kadınların bilgi ve becerilerinden yararlanılır, onun bakış açısına başvurulur, titiz ve disiplinli çalışması her zaman göz doldurur ama sınırlarının dışına çıkmasına izin verilmez. Neden ? Tehlikemiyiz gerçekten. Yoksa hala erkek işi mantığı mı yürütülüyor. Kadın girdiği toplumlarda kendini ifade edemiyor mu? Yada erkekler bunu kasıtlı mı yapıyor.

Bir iş veren olarak şuna katılıyorum ki. Bayanlarla çalışmak zor. Zor kısmı şu. Evlilik, doğum, çocuk bunlar iş hayatını baltalıyor. Çocuk hasta diye evde kalıp çocuğu için izin alan erkek yok. Yeni doğan bebeğede erkek bakmıyor. Eee suçumuz ne? Devlet beni çocuk doğurduğum için desteklemiyorsa, bide özelde çalışıyorsan vay haline. Ücretsiz izin iste bakalım kaç ay veriyorlar. Aslında çok doluyum. Belkide kendi adıma yeterince güçlü değilim bunu beceren kadınlar yok mu var. Şu bir gerçekki kadın dayanışması diye bir şey yok. İş dünyasında yok. Yada ben görmedim!!!
Feminist bir yazı oldu farkındayım. İçimdeki feminist uyandı sanırım....:)

Resim alıntı...

11 Kasım 2009 Çarşamba

Devam mı?, Tamam mı?

Herkes hasta, herkes ateşli. H1N1 korkusu, aşı yaptırıp yaptırmamak, korunma yolları vs. vs. Tüm bunlara ek yeni başladığımız oyun grubu. Zaten yeni başladık, minik kuş yeni adepte oldu. Severek ve isteyerek gidiyor. Aklımdan geçen bir süre ara vermek. Asıl korku H1N1 den değilde. H1N1'rin geçirdiğimiz ameliyatla ilgili bize sorun yaratması. Haftada bir gün zaten gitmesede olur. Diğer taraftan toplumdan izole etmek mümkün mü?. Çocuk hiç mi dışarı çıkmayacak? Sorular sorular. En iyisi çocuk doktorumuza danışmak. Kızımı, gelişimini, geçirdiği hastalıkları en iyi bilen o. Devam edin dedi. Karantinaya almak, yada hiç bir yere çıkarmamak mümkün olmadığına göre devam etmekte fayda var şeklinde konuştu. Ve risk grubunda olmadığımızıda üstüne basa basa söyledi.

Oyun grubumuzda her hafta gönderdiği bilgilendirme postalarıyla hem kendi üzerlerine düşeni, hemde bizim yapmamız gerekleri tekrar tekrar anlatıyorlar. Söylediğimiz şarkı ve oynadığımız oyunlarda da el yıkama ve beslenme mesajları veriliyor çocuklara. Bu işin tek iyi yanı el yıkama alışkanlığı olmayan toplumumuzun bu konuda bir alışkanlık kazanması.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Ruh hali: Karmakarışık...

Bilinmezliklere yolculuk etmek. Unuttuğunu sandıklarını hatırlamak. Hatıralarını tazelemek ne elem vericiymiş. Anne olmak başka bakmakmış dünyaya. Empati kurmayı kolaylaştırmakmış. Kızının baktığı gözle bakabilmeyi becerebilmekmiş. Düşünmeden yaşamayı reddetmekmiş. Her hareketi binlerce kez düşünmekmiş. Her çocuğa merhamet göstermekmiş. Haberleri gözü yaşlı izlemekmiş. Anneni ve babanı daha iyi anlamak. Bir annenin endişelerini gözlerinden okumakmış. İnadına ayakta durmakmış annelik. Zorluklar karşısında pes etmemek. Hislerine yenilmeden gardını almakmış. Umutlu bakmakmış hayata. Hayaller kurmakmış. Ağlayan her çocuk sesinde yüreği ağzına gelmekmiş. Paranoyaklıkmış annelik, miniğini her türlü zarardan korumak adına. Benim sorumluluğum dışında kaldığı anlarda yaşayacaklarını önceden hesap edip endişelenmekmiş. Abartmakmış bazen. Yaşını, bulunduğun ortamı düşünmeden yeniden çocuk olmakmış. Uyumayı, yemek yemeyi, yürümeyi, konuşmayı yeniden öğrenmekmiş annelik. Dışardan bakanlar için zor gözüksede sevmenin en doğal haliymiş. Aşk mış annelik. Katıksız, karşılıksız daha önce hiç duyulmamış haliyle aşık olmakmış.

2 Kasım 2009 Pazartesi

İnatçı keçi....

Cumartesi sabah erken kalkıldı. Anneanne ve teyzelerle oyun grubuna gidildi. Daha sonra 1 saatlik alışveriş merkezi gezintisi ve sonrasında akraba ziyaretleri yapıldı. Güzel bir gün geçirildi fakat balküpü öğlen uykusunu uyuyamadı. Arabada daldığı uykulardanda iniş sırasında uyandı. En son babayla eve dönüş yolunda uyumaya karar verdi. Son dönem takıntımız arabadaki servis sehpası. Hem kendininkini, hem benimkini açtırıyor. Anladım uyuyacak gözler kapandı kapanacak. Hadi kızım yat kucağıma yol uzun. Ani bir hareket ''hayıy yatmıycam :(''. Ya sabır ''peki kızım''. Uyusun yatırırım kucağıma. Uykuya dalar kafa bir oyana bir buyana yürek ağızda ha vurdu vuracak yada paldır küldür düşecek. Yatırmaya çalışılır. Bu sefer ağlamaklı bir isyan ''hayıy''. ''Kemeri taksak bari, hiç olmadı arkana yaslan''. Sonuçta inatçı keçi kendi bildiğini okur. Buda kanıtı biraz karanlık ama yeterince açıklayıcı.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Ben bunu nasıy okuyucam??


En büyük isteyim onun iyi bir okuyucu olmasını sağlamak. Bunun içinde ona kitap okumayı sevdirecek şeyler bulmaya çalışıyorum. Kimilerini okumaktan bıkmıyor. Kimilerininde yüzüne bile bakmıyor. Sorun değil. Kitaplarını gerçekten çok seviyor.
Şimdilerdeki sıkıntımız 'ben bunu nasıy okuyucam'. Çocuklar genelde dinledikleri kitabı ezberler ve ezberledikleri gibide okuyormuş yaparlar. Ezberleyince sorun yaşamıyoruz. Ama ezberleyene kadar en büyük sorun 'ben okumayı biymiyoyum, nasıy okuyucam'. Resimlere bakarak oku. Hatırladıklarını söyle. Resimler sana ne anlatıyor? bu cümleler ona malesef bir şey ifade etmiyor. Sanırım son aldığım kitapların metinleri biraz daha uzun bunun da etkisinin olduğunu düşünüyorum. Ezberlemesi zorlaşıyor. Eeee okumayı 1. sınıfta öğrendiklerine göre işim baya zor :).


Bu yeni aldığımız kitapların içinde bir tanesi varki onu ikinci kez alışımız. İlk aldığımda 1,5 yaşındaydı. Ve içindeki tekerlemeleri ezberlemişti. Aslında tekerleme demek doğrumu bilmiyorum. Bizim çocukken söylediğimiz bilindik şarkılar, oyunlar. Huhu komşu komşu, Kırmızı balık, Ali babanın çiftliği, fış fış kayıkçı vb. İlk kitabımızı bir şekilde kaybettik. Balküpüde ara ara sayıklayınca yeniden aldım. Çok mutlu oldu. '' Anneanne, anne bana süpiz yapmış'' açıklamaları hiç bitmedi. Bıktırana kadar okutsada, kitapları sevmesi her şeye deyiyor.

23 Ekim 2009 Cuma

Günler akıp giderken...


Her geçen gün biraz daha büyüyor miniğim. Hızına yetişmek mümkün değil. Bazen uslu, sevecen, anlayışlı. Bazen asi, laf dinlemez, yaramaz. İçinde onu neyin değiştirdiğini, nelere tepki verdiğini, onu nelerin korkuttuğunu anlamak hiçde zor değil.

Küçük bir bebek gibi gördüğüm anlarda boyundan büyük laflar etmesi ''öksüyoyum hıkamı giysem iyi oyuy''. Akşamları anneanneden gelmek istemediğinde ''Almina'cım bana sözverdin'' demem üzerine, ''peki şimdi evimize gideyim, yayın anneanneye geyiyiz'' demesi içime öyle dokunuyorki. Minicik bedenindeki büyük insanı görmek düşündürüyor beni.

Kızıyorum bazen, ona rağmen sırnaşıyor. Kızgınlıklarımdan sonra bile başımdan ayrılmaması korkutuyor beni. Korkuyorum büyüdükçe her kavgamız böyle kolayca tatlıya bağlanmaz diye. Her gece uykudan önce '' seni çokk sefiyorum'' demeyi eksik etmiyoruz. Şükrediyorum onu bana verdiği için. Şuan özlüyorum yanımda yok diye...

20 Ekim 2009 Salı

Doğumsal kalp hastalıkları...


Kızım doğduğunda biraz araştırma yapınca Türkiyede her 1.000 çocuktan 10'unun bir kalp anamolisi olarak doğduğunu öğrendim. Ne yazık ki anneler bu konuda bilgilendirilmiyorlar. Daha anne karnında bebeğinizde kalp anamolisi olup olmadığını öğrenebiliyorsunuz. İnsan bilmediği bir şeyle karşılaşınca ne yapacağını bilemiyor. Kendisini nelerin beklediğini, çocuğu sağlıklı bir şekilde büyütmenin yollarını araştırıp duruyorsunuz. Hamilelik sonrası hormonal değişikliklerin üzerine birde böyle hassas bir konu gelince anne afallıyor açıkcası.

Bu çocuklar az kilo alıyorlar, sık hastalanıyorlar ve çabuk yoruluyorlar. Tartıdaki artışı sağlamak hiçte kolay değil. Eğer çocuğunuzun kalp anomalisi ameliyatla düzeltilmesi gerekiyorsa ameliyat hakkında ve ameliyat sonrası bilgilerede ihtiyaç duyuyorsunuz. İşin açıkcası insan yaşayacağı her şeyi her ayrıntısıyla bilmek istiyor.

Ben tüm bu süreci yaşadıktan sonra, bu süreci yeni yaşayacak annelerin endişelerini, meraklarını en aza indirmeye çalışıyorum. Türkiyede bu konuda gerçekten başarılı operasyonlar yapılıyor. Ve çocuğunuz operasyondan sonra diğer sağlıklı çocuklar gibi yaşamına devam ediyor.

Facebook'ta paylaşımda bulunduğumuz bir grubumuz var. Malesef ben bu grubu ameliyat sonrası keşfettim. Güzel tarafı ise çocuğu ameliyat olacak ailelerin sorularına elimden geldiğince yanıt bulmaya çalışıyorum gruptaki tüm arkadaşlarımız gibi.

Sonuç olarak sıkıntılar paylaştıkça azalıyor.

Resim alıntı: http://kalpcerrahisigrubu.com/dogumsal.htm

19 Ekim 2009 Pazartesi

Uykusuz her geceee...


Miniğimiz 6 aylık işe başladım. Uyku sıkıntılarımız başladı. Ayakta sallanma. Salıncakta sallanma (2 adet salıncak kırma). Çarşaf arası sallanma ve son olarak bebek arabasında bir ileri bir geri. Sorunumuz uykusuzluk değil aslında uykuya dalamama. Şimdilerde birlikte yatıyoruz yatağa. Önce süt faslı. Süt bitiyor sırtımı kaşı. Tuvalete gidelim peki. Sonra öpüşme, koklaşma. Tekrar tekrar öpme, iyi geceler, tatlı rüyalar, seni sefiyorum şeklinde uzayıp giden bir liste.

Öğle uykusu uyuyor acaba ondan mı bu uykusuz hali. Cuma günü uyumamış öğlen, hah bugün yatar erkenden uyur, bizde uyuruz güzel güzel. Nerdee anne kızmış yatakta, baba sızmış koltukta, küçük hanım saat 2 hala oturuyor. Gözler kapanmak üzere artık pes edip yattı. Son karar öğlen uyuması daha hayırlı.

Cumadan beride hastayız. Gecemiz yine salon ve yatak odası arasında mekik dokuyarak geçti. Hastalık, zor olan uykuya dalma işlemimizi dahada zorlaştırdı. Biraz daha büyüdükçe bu sıkıntılı uyuma merasimlerimizin azalmasını umud ediyoruz. Uykusuz bir kızımız var teslim olduk :)...

12 Ekim 2009 Pazartesi

Kapı arası - Parmak sıkışması...

Zaman zaman çekmeceye, yada olmadık yere sıkışır o minik parmaklar. Bu seferki beklenmedik bir şekilde oldu. Aniden olmaması gereken yerde olunca o parmak kötü sıkıştı. En ufak şeye ağlar, nazlıdır kuzumuz biraz. Ama bu sefer ağlamakta çok haklıydı.

Oyun grubuna gitmek için hazırlanıyorduk. Birden oldu herşey. Tırnak hemen morardı. Sanırım 20 dk. ağladı balküpü haklı olarak. Canı çok yandı. Neyse zar zor sakinleşti ama bu sefer elini hareket ettiremiyor. İçim içimi yiyor ya kırıksa! Hayır diyorum kırılsa hiç susmazdı. Yavaş yavaş oynatınca demek ki kırık değil. Yinede götürsek mi hastaneye bir baktırsak. Baba ''röntgen çekmek isterler doğal olarak sen bilirsin ama sesi çıkmıyor unuttu gibi '' dedi. Yok yok boşuna radyasyon almasın hareket falan edemesse götürürüz. 2,5 saat oyun grubunda biraz mahmur ağlamanın verdiği yorgunlukla eğleniyoruz. Dönüşte arabada uyuyup kaldık tırnak iyice morardı parmakta hafif şiş.


Eve geldik krem sürmek istedik morarmasına engel olur birazcık diye. Yaygara tekrar koptu. Kızım krem sürüp bantlayalalım dedik. Zar zor ikna oldu küçük hanım. Parmağı sardık sarmasınada bu seferde çıkarttırmıyor. Çıkmasın iyide parmağı sarılı diye hareket ettirmek istemiyor. Hareketsiz daha çok şişer diye korkumuz. Yine binbir güçle ikna ettik.



Biraz ağlayarak, biraz üzülerek atlattık mevzuyu. Sanırım o tırnağın yerine alttan yeni tırnak gelerek düşmesi gerçekleşecek. Umarım o aşamalar sıkıntılı olmaz. En güzel tarafıda ertesi gün tüm ağrısını ve sızını unutmuş olmasıydı:).

9 Ekim 2009 Cuma

Caillou aşkı...


Nasıl farkettik bu çizgi adamı, nasıl takip eder olduk anlayamadık. Ama küçük hanım tam bir Caillou hayranı oldu. Çaktırmasakta bizde seviyoruz izlemeyi. Vurdulu-kırdılı, canavarlı-hayaletli, iyi-kötü savaşının olmadığı bir dünya. Annesi, babası, kardeşi ve kedisiyle yaşamın her anını anlatıyor. Caillou yaşadıklarıyla ilgili çocukça hayaller kuruyor.

Bu küçük çizgi adamın büyük bir izleyici kitlesi var. Hangi anneyle konuşsam Caillou bizim evin favorisi yanıtını duyuyorum. Annelerde hiç şikayetçi değil. Tıpkı bizim gibi.

Balküpünden inciler:
Uzun süredir dolaplarda köşelerde saklı kalan Ney'imi (malesef çalamadığım) ortaya çıkarttım durumuna bakmak için. Miniğim yaklaştı inceledi;
- Anne flüt mü bu?
- Hayır tatlım Ney.
- Anne ney?
- Kızım bunun adı Ney.
- Anne adı ney?
Derin bir nefes alış ve kırkırdaşma...
- Anne ney buu?
- Annecim onun adı Ney işte. Ney . Nasıl anlatayım ki sana.
Soran gözlerle bakmaya devam. Ve anne pes eder
- Hayatım o bir flüt :)))

5 Ekim 2009 Pazartesi

Magic Park Zeka Akademisi


Kreş fikrinden vazgeçtikten sonra oyun grubu aramaya başladım. Oturduğum çevrede oyun grubu sayısı kısıtlı. Ben hem oyun grubu istiyorum, hemde haftasonu (cumartesi). Bu iki kriter bir arada malesef çok kısıtlı. Bu kriterlerde bir yer buldum telefonda konuştuk. Herşey gayet olumlu ama biraz yol problemi var. Ve eğitim Ocak ayına kadar devam edecek. Düzenli katılırsak tabiki o doğrultuda gelişim gösterecek. İlk dersi deneme olarak katıldık. Bir şekilde memnun kalmassak eğitime devam etmeyeceğimizi söylemiştik.

Balküpü arabadan indiğinde anne ben okuldan koykuyorum dedi. Bizde okuldan korkmamasını söyleyerek eğlenceli yanları anlatarak içeriye giriş yaptık. Önce gözleri dolar gibi oldu. Sonra babamızla vedalaştık ve ilk oyun grubu maceramız başladı.

Öğretmenimizle tanıştık. İlk başta çekingendi. Çocuklarla iletişim kurmadı. Daha sonra yavaş yavaş oyuncaklarla oynamaya başladı. Ders başladığındaysa şaşkın. Sırasıyla jimnastik, beslenme, faaliyet ve müzik şeklinde dersler devam etti. Jimnastik ve müzik derslerinden çok memnun kaldı. Katılımda gösterdi. Faaliyet olarak şemsiye yaptı. 2,5 saat içerisinde sıkılmadan gerçekten güzel vakit geçirdi. Birazcık babamız sıkıldı bizi beklerken. Ama Balküpünün mutluluğu anneyide babayıda çok memnun etti.

Kaydımızı yaptırdık. Bir sorun olmazsa inşallah Şubat ayına kadar ordayız her cumartesi. Kayıt sonrası ''kuzucum istemessen bir daha gelmeye biliriz'' diyede nabız yokladık :).
- Hayır tekrar geyeyim, şeklindeki cevaptan sonra doğru yerdeyiz kanısına bir daha vardık. Öğretmenimizi öptük ve mutu bir şekilde vedalaştık.

Anne baba olarak bu 2,5 saat sonrasında küçük hanımdaki değişikliği görünce biraz şaşırmadık değil. Hani bekliyordukta bu kadar çabuk değildi. Daha bir özgürleşti sanki. Enerjisine yetişemez olduk :))

Balküpünden inciler:
Yatmamak için direniyor. Bende söyleniyorum bir yandan.
-Almina papara yemeden yatmayacaksın hiç hadi kızım.
Cevap:
- Annecim kapara ne demek... :)))

1 Ekim 2009 Perşembe

Bugün Ne Yapayım?


Bugün ne yapayım? kitabımızı yeni aldık. Aslında içindeki faaliyetler Balküpünün yaşına uygun değil. Bana kalırsa 6 yaş öncesi bu faaliyetleri bireysel olarak beceremez. Bu kitap daha çok okul öncesi öğretmenlerin işine yarar diye düşünüyorum. Bazı şablonlar hazırlanarak çocuklarla zevkli etkinlikler yapılabilir.

Balküpü oyuncaklarla vakit geçirmekten çok kitap okumayı ve resim yapmayı seviyor. Akşamlarıda Tv karşısında takılmamak, resim yapalım fikrinin de bir müddet sonra sıkıcı olmasından dolayı aldım bu kitabı.
Anne yardımıyla başlıyoruz etkinliğimize;


Birlikte çalışıyoruz


Ona aldığım güvenli makasla kartonu kesiyoruz



Karalıyoruz



Mor filimize kavuşmuş oluyoruz. Annecim çok güzel oldu nidalarıda beni havalara uçuruyor:) Böylece gerçekten eğlenceli vakit geçirmiş oluyoruz.



Sonuç kitap sayfa sayfa inceleniyor.
- Yarında yengeç yapalım tamam mı ? anne...
- Tamam kızım...
şeklinde her sayfada tekrarlanıyor :)...

25 Eylül 2009 Cuma

Bu kim ?, Bu ne???

Sorular, sorular, sorular. Ardı arkası bitmeyen tekrarı kesilmeyen sorular.

- Anne bu kim ?
- O ne demek ?
- Baba bu nasıl çalışıyor ?
- Bu bizimis (bizim) mi ?
- Anne bebeğin adı ne?
- Bu ne renk ? vb. ve bir çoğu.

Bu sorulara yanıt vermek yetmiyor malesef. Aynı soru tekrar tekrar soruluyor ve yanıtlanıyor. Bir örnek;
- Bebeğin adı neymiş anne?
- Bebeğin adı Mustafa kızım.
- Bebeğin adı Mustafaymış (sessiz ve kıkırdayarak yanındakilere anlatıyor).
Bu tekrarlar bir kaç kez devam ediyor
- Anne bebeğin adı Mustafamıymış ?
- Evet Mustafaymış kızım :).

Balküpümüz keşfediyor, merak ediyor, soruyor, öğreniyor. Bizde mutlu oluyoruz.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Oyun grubu mu?, Anaokulu mu?

Anne olmak değişik bir şey. Sağlıklı, başarılı, mutlu, huzurlu bir çocuk yetiştirmek için bir yarış sanki. Sürekli diğer çocuklarla bir kıyas. Dört dörtlük bir çocuk nasıl yetişir bunun çabası. Kendimde gözlemlediğimde bişey farkettim. Anneler mevzu kendi çocukları olduğunda bardağın hep boş tarafını görüyor malesef. Beşlerle dolu bir karnede sadece bir adet iki var. Annelerin tepkisi genelde bu kadar beş varken o dersin neden iki olduğu yönünde. Çocukların olumsuz yönlerini görüyor ve onları telafi etmeye çalışıyoruz. Bu seferde olumlu yönler, el becerileri, eğilimleri köreliyor.

Balküpü 2,5 yaşında. Bahçesi olup dışarda vakit geçirebileceği gibi bir evdeyiz ama oturduğumuz çevrede yaşıtları yok. Genelde büyüklerle vakit geçiriyor. Yaşıtlarıyla bir araya geldiği tek yer park. İlk başlarda parkta da sıkıntı çektik. Çocuklara ürkerek, korkarak bakıyordu. Bende yine bardağın boş tarafını görerek sosyal bir çocuğum olsun çabalarındayım. Çocuklarla kaynaşsın oynasın istiyorum. Halbuki yaşıtlarına göre çok güzel konuşuyor, ezberi çok kuvvetli. Ama onun bu ürkek tavrı benim onun olumlu yanlarını görmemi engelliyor.

Parka gitmeyi sıklaştırarak alışmasını sağladık. Ama önümüz kış çocuk yine eve kapanmak durumunda kalacak. İki anaokulu gezdim ama içime sinmedi bir şeyler. Bana bağımlı, Dr. fobisi var gezdiğimiz okulları doktor sanıyor. En büyük endişem çocuğu sosyalleştirmeye çalışırken, psikolojisini bozarak işi içinden çıkılamayacak bir hale getirmek. Anaokulu fikrini biraz ertelemeye karar verdim. Balküpü hazır olsada sanırım ben tüm gün okulda kalması fikrine henüz hazır değilim :).

Biraz araştırınca çalışan anneler içinde cumartesi oyun grubu buldum. Anneli bir oyun grubu fikri daha çok kafama yattı. Hem benden ayrılmamış olacak, hemde yeni arkadaşlar keşfedip sosyalleşecek. Bir sonraki yıl içinde hazırlık olmuş olacak. Bu fikri beğendim açıkcası. Bayram sonrası oyun grubuna başlayacağız.

Balküpünün gelişimine katkı sağlamasını umuyorum. Her şeyden önce mutlu bir çocuk yetiştirmek istiyorum.

4 Eylül 2009 Cuma

Doğum hikayesi...

Beklediğim istediğim bir bebekti Balküpü. 03 Eylül 2006 tarihinde bedenimdeki varlığından haberdar olduk. 37 haftalık maceramızı sorunsuz atlattık. Bütün hamileler gibiydi benimde sıkıntılarım. Yeni bebek, yeni bir yaşam... Heyecan içinde hazırladık odasını. Her aşaması ayrı güzeldi.

18 Nisan 2007 sabahında çalıverdi kapımızı birden. Şaşkındık biraz aceleciydi annesi gibi. Sevdiklerimizle karşıladık gelişini.

Gelişinden 24 saat sonra çocuk doktoru girdi odamıza. Aramızda geçen diyalog şöyleydi:
Dr: Kızınıza eko çekilmesi gerek
İ.: Eko?
Dr: Kalbin ultrason görüntüsü.
İ.: Sebep?
Dr: Kalbinde bir üfürüm duyuyorum.
İ.: Üfürüm?
Dr: Delik olabilir.

Ben tabi çekilsin dedikten hemen sonra aklımdan geçen binbir soruya yanıt ararken. Belli belirsiz cevaplarla çıktı gitti. İstanbul'un sözde en iyi hastanelerinden birindeydim. Ama Dr.'la aramdaki diyalog yukarda yazdıklarımdan belki bir kaç kelime fazlaydı. Pediyatrik kardiyolog 2 delik gördüğünü ve normal bebek gibi bakmamı söyleyerek gitti. Sonrası yıkım oldu benim için. Yaşayacağından bile şüpheliydim. Daha sonrasında kendi çocuk Doktoruma ve onun tavsiye ettiği çocuk kardiyoloğuna gittik. Tüm sorularıma yanıt buldum. Başıma gelecek herşeyi nelere dikkat etmem gerektiğini öğrendim. Tüm ailemizin yardımıyla Balküpümüzü 9 aylık olana kadar hastalıksız bir şekilde Doktorlara teslim ettik. Çok şükür sorunsuz bir ameliyat ve sonrası geçirdik. Şuanda Balküpümüz 2,5 yaşında ve çok sağlıklı.

Onunla hayatın tadına varıyoruz...

Başlangıç...

Bundan 1,5 yıl önce düşünmüştüm blog işini. Nedense devam etmedim. Günler bir hızla akıp gidiyor Balküpü büyüyor. Bense onun hızına yetişemiyorum. Hatıralar zihinde çabuk kayboluyor. Balküpü büyürken anılarımız kaybolmasın diye açıldı bu blog. Büyüdüğünde bir hatıra kalsın diye.

Daimi olması dileğiyle...