4 Şubat 2010 Perşembe

Mıncırma ve çocuk eğitimi

Hep söylüyorum, biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi, grip "Yatınca geçer,"di, başın ağrıyorsa "Çocukların başı ağrımaz," denirdi, uykun kaçıyorsa "Oyuncaklarını düşün, güzel rüyalar görürsün," şeklinde konu halledilirdi! Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya "Tembel,"din ya "Yavaştan, sağlam sağlam öğreniyor,"dun! Hüzünlü bir çocuksan "Yazar olacak herhalde," derlerdi, yerinde duramıyorsan, etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı, susup otururdun.
Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar. Çünkü sonra sonra, koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk 'astım başlangıcı', okuma yazmayı zor söküyorsa 'disleksik', hüzünlüyse 'depresif', aşırı hareketliyse 'hiperaktif' diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler!
O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular? Emo! Emo ne? Hani beşaltı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan, miskin görünüşlü, asık suratlı, beti benzi atmış, sıska, dar pantolonlu, converse'li, siyah ojeli ergenler var ya... Taksim'de kaldırımlarda filan oturuyorlar. Aha onlar Emo! Emo kelimesinin emotional'dan (hissi) geldiği, bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu, topluma uyum sağlayamadıkl arı için böyle takıldıkları söyleniyor. Bizim zamanımızda punk vardı ya, onun gibi bir akım, ama bir halta yaramayanı!
HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM
Ay kıyamaam! Zamanında, kendi ergen yıllarımda bu akım daha dünyada yokken 10 gün emo takılmışlığım vardır! Kafam neye bozuktu hatırlamıyorum ama o 10 gün, üstelik de yaz tatilinde, evin o köşesinden bu köşesine oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım. Saçımı taramadım, denize gitmedim, sohbetlere katılmadım, tebessüm bile etmedim. Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp herkesin keyfini kaçırdım. Bir akşamüstü, balkonda otururken annem "Ne bu surat her gün, senin derdin ne kızım aaa," şeklinde pedagojik bir açılım yaptı. "Sıkılıyorum... Hayat çok anlamsız," cevabımın üzerinden sanırım birkaç saniye geçmişti ki acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım. Annem, her Türk annesinin uzmanı olduğu 'mıncırma' hamlesini oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmişti. Mıncırma, malumunuz evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse, ancak tekdir ile de uslanmıyor ve hakk ı kötekse kullanılan, konu komşu, bitişik ev duyar ihtimaline karşı avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir. Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir, elle kavranır ve et, 180 derece çevrilir! Hemen ardından, daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken, annem kısık sesle, yüzünü yüzüme yaklaştırarak "Alırım ayağımın altına," diye başladı ve "Karnın tok sırtın pek! Aklını başına topla! Sıkılıyorsan da git bakkala evin alışverişini yap, sonra da gel yemek kitabı ndan bir kurabiye pişir, akşam misafir var, hadi yallah," şeklinde bitirdi!
NE DERDİM KALDI NE DE TASAM
Malumunuz eti mıncırılan ergen olay yerinde fazla kalamaz, mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar, arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir. Mıncıran mutlu, mıncırılansa artık efendi bir insandır! Aynen öyle oldu. Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam! Emo'luğum o gün bitti, bu yaşa kadar da hep mutlu mesut, uyumlu, üretken biri olarak yaşadım. Şimdinin sokakta bira içen, gelen geçenden ihtiyacı var diye değil, hayat tarzı sandığı için para dilenen, dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp, bunalım takılıp bir işin ucundan tutmayan emo'larının başında, bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki. Ohoo. Muma dönerdi hepsi! Bir kere her şeyden önce bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifleri bir eşek tıraşına götürürlerdi, kesin! Ülkenin gençlerine bak. Tarikat yurtlarında yetiştirilen çocuklar, polise atsın diye eline taş verilenler, bir de emo'lar! Gelecekten çok umutluyum!
Gülse Birsel (Sabah)

Gezdiğim bir anne çocuk sitesinde gördüm yazıyı. Çocuk eğitimi o kadar hassas ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu kestiremiyorsunuz bir türlü. Hele bizim toplumumuz gibi eleştiri yakanızı hiç bırakmıyorsa. Bizde çocuktuk bizde ergen olduk asileştik ne terlikler yedik:). Bir bakış yeterdi ne yapacağımızı anlamaya hangisi daha sağlıklıydı çözemedim. Şimdi yenidoğan bebeğini kucağına alan soluğu psikologda alıyor. Serin kanlı olmakta belki çözüm, bazı şeyleri akışına bırakmakta. Büyük beklentiler yüklememekte. Yaşayarak öğrenmekte. Annelik ama işte sorguluyor insan kendini her an. Sağlıklı bir birey yetiştirmek adına.

2 yorum:

  1. Çocuğunu "mımcırmayan" anne yoktur ülkemizde herhalde ve hiç kimsenin bu yüzden annesinden nefret ettiğini sanmıyorum. Aksine hep tatlı hatırlanır bu küçük çimdikler. Gülse Birsel'in de enerjisi, neşesi, öz güveni ve başarılarına katkısı olmuş mu bilemeyiz ama engel olmadığı kesin.
    Ne anneyim ne psikolog. Ama iki şey eşte dostta hep dikkatimi çekmiştir.
    1-İkinci çocuk örneği: Anne şöyle der. Keşke ilkinde bu kadar rahat olabilseymişim.
    2-Torun örneği: Keşke çocuklarıma da sevgimi daha yumuşak gösterebilseymişim.
    Buradan da, ki sen çözmüş ve yazmışsın, serinkanlı, rahat olup sevgini koyvereceksin.
    Çalışan anne olarak sorun tabii ki olacak. Değiştiremiyeceğin şey için korkunun ecele faydası yok. Birbirinize duyduğunuz sevgiyle üstesinden gelirsiniz evelallah.

    YanıtlaSil
  2. Benim gibi iç sesi hiç susmayan bir anne için yazması kolay olsada akşına bırakarak yaşaması biraz zor. İç ses bir türlü susmuyor. Yaşayarak öğreniyorum Asuman abla. Ama bahsettiğin iki gözlem işin özü. Başarabilirim inşallah :)
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil