23 Şubat 2010 Salı

Paylaşmayı öğrenmek

Paylaşmayı öğrenmek gerçekten zor. Hele de tek çocuksan. Herşey senin sonuçta. Çoğu zaman biriyle oynamak yada en sevdiğin oyuncağını oynasın diye başka bir çocuğa vermek zorunda değilsin. Kaldıki kardeşler bile bir oyuncağı paylaşamazken tek çocuğa bunu öğretmek dahada zor. Karşı tarafın evindeyken sorun yok. Onun oyuncaklarını isterken diretmiyor. Sorun kendi evinde çıkıyor. Eline almadığı oyuncaklar bile bir kıymetli bir kıymetli anlatamam. Usulünce anlatmaya birlikte oynamaya teşvik ediyorum. Hele bu haftasonu muayenehanede yaşadıklarımdan sonra.

Kızımız dilbaz evet. Diliyle sevdiriyor kendini çoğu zaman. Yaşından büyük laflar ediyor. Ama bir o kadarda kırılgan ve narin. Elindeki oyuncak kendinin olsa bile asla karşı tarafı inciterek almıyor elinden, yaptığı tek şey ağlamak. Hiç hoşlanmasamda ağlamaya başvuruyor hemen. Muayene sırası beklerken balküpüyle aynı yaşta olduklarını düşündüğüm bir kız çocuğuyla oyun odasında oynuyorlar. Balküpü elini neye atsa kız yanında bitiyor. Anlaşılmayan diliyle bir şeyler söylüyor. Ben birlikte oynamaları gerektiğini söylüyorum paylaşın diyorum, anne tüm bunları duyuyor ama oralıklı değil. Babayla birlikte gazete okuyorlar. Mantık, nasıl olsa kızı halleder üzülen çocuk onunki değil şeklinde işliyor. Bir değil, iki değil sonuçta başkasının çocuğunu azarlayamam yada kızamam en sonunda banada geliyorlar. Yine elindeki oyuncak alınınca ağlamaklı bir ses tonuyla anne yine elimden aldı diye geldi yanıma. Bende annenin duyacağı bir ses tonuyla 'o paylaşmayı bilmiyor sanırım birazdan gider sen oynarsın' şeklinde konuştum. Yaptığımın doğruluğunu tartışmıyorum ama annenin rahatlığı beni delirtti. Bu lafımdan sonra kızıyla ilgilenmeye başladı hanım efendi. Annesi ilgilenince durum değişti ve uyum içinde oynamaya başladılar.

Çocukların en büyük tartışmaları oyuncak yüzünden oluyor. Onların adaleti sağlama yada karşı tarafı ezme gibi bir terazileri yada değerlendirmeleri yok. Hele bu yaşta. Hepsi benim olsun diyorlar. Ama ebeveynler bu noktada işin içine girip doğruyu göstermeleri gerekir diye düşünüyorum. Paylaşmak başka nasıl öğrenilir ki??

22 Şubat 2010 Pazartesi

Pediyatrik Kardiyolog ziyareti

Ameliyat olalı 2 yıl oldu. 3 ayda,6 ayda, 9 ayda bir olan kontrollerimiz artık yılda bir kez. Doğdu doğalı bu cümleyi bekliyordum. Sonunda doktoru bitti dedi. Hiç bir problem kalmadı. Hatta ve hatta profesyonel spor yapabilir. Biz sorunun kalmadığını gelişiminden, hareketliliğinden farkediyorduk. Yinede doktorun söylemesi bizi nasıl mutlu etti anlatılamaz. Yıl da bir kontrollerde sadece tedbir için yapılması gerekiyor dedi. Bizde zaten böylesi bizi rahatlatır dedik. Zor günler geçirdik doğduğu zaman. Fakat ameliyat sonrası herşey çok güzel gitti. Kısa zamanda toparladı. Hızla büyüdü. Bütün sıkıntılar bir anda kalktı ortadan. Bizde onu büyütmenin keyfine vardık.

Muayene biraz ağlamaklı, biraz meraklı geçti. Doktorumuz herşey bitti ama sizden bir şey istiyorum dedi. O an içimi anlatamam eyvah başka birşey var herhalde dedim. Sabah akşam düzenli dişlerini fırçalamalı dedi. Bunun önemli olduğunu biliyordum zaten. Diş eti iltahapları direk kalbi etkiliyor. Bizde bu konuya daha çok dikkat edeceğimizi söyledik. Küçük hanımı teşvik için yollar arıyorum.

11 Şubat 2010 Perşembe

Şikayet...


Özet: Geçen gün anneanne koltuğunun tepesinden kendisini aşağıya atıyor. Bir elindede stor perdenin ipi. Düşme esnasında elini kurtaramaz ve bir kaza olur diye ipi bağlayıp yukarı takıyorum. Biraz ağlanıp sızlanma, azıcık isyan oyuna dalıp unutuyor. Bundan 2 gün sonra...

İşyerindeyim telefon çalıyor:

Anne: Efendim
Çocuk: Anne sen niye kaldırdın onu

Anne: Neyi kızımı ne oldu
Çocuk: Anne sen niye kaldırdın onu

Anne: ???? (Neden bahsediyor)
Çocuk: Perdenin ipini neden kaldırdın ben oynuyordum onunla (çok kızgın)

Anne daha cevap vermeden telefon anneanneye verilir. Al ve kız anneme hadi anneanne:)

Deneme1

Rüyalar görüyorum garip garip. Gerçekler görüyorum inanmayarak.
Ben yaparsam oluyor her şey. Yoruluyorum bu seferde koşarak.
Yalnız kalmak istiyorum, bağırarak ağlamak.
Yada alıp başımı gitmek, ciğerlerine oksijeni doldurarak.
Nasıl etmeli, ne yapmalı içindekini dindirmek için
Belkide susmalı hiç konuşmamalı tek kelime etmeden.
Öylesine diyorum öylesine yazıldı bu yazı
Sonra ters düşüyorum kendimle, öylesine mi yaşıyorsun sen...

iLkNuR...!

8 Şubat 2010 Pazartesi

Kara kitap Zwartboek

Fragman
Tür : Savaş / Gerilim
Gösterim Tarihi : 13 Nisan 2007
Yönetmen : Paul Verhoeven
Senaryo : Paul Verhoeven , Gerard Soeteman
Görüntü Yönetmeni : Karl Walter Lindenlaub
Müzik : Anne Dudley
Yapım : 2006, Hollanda / Belçika / İngiltere / Almanya , 145 dk.


Oyuncular

Carice van Houten (Rachel/Ellis) , Sebastian Koch (Ludwig Müntze) , Thom Hoffman (Hans Akkermans) , Halina Reijn (Ronnie) , Waldemar Kobus (Günther Franken) , Derek de Lint (Gerben Kuipers) , Christian Berkel (General Käutner) , Dolf de Vries (Notary Smaal)

Yahudiler için Almanya'da yaşamanın kabusa eş değer olduğu yıllarda Yahudi şarkıcı Rachel Steinn, bu korkunç baskıdan kurtulabilmek için ülkeyi terketmeye karar verir. Fakat ne yazık ki, Hollanda'ya gitmek için kaçak olarak bindiği bot, Almanlar tarafından durdurulacaktır.

Bottaki herkesin öldürülmesine rağmen Rachel, şans eseri kurtulur. Ülkeyi terkedemeyen Rachel için yapacak tek bir şey kalmıştır: direnişçilere katılmak! Ellis de Vries adı ile direniş gruplarının önemli isimlerinden biri haline gelecektir.

RoboCop, Temel İçgüdü gibi filmlerin de yönetmeni olan Paul Verhoeven, şimdi de İkinci Dünya Savaşı'nda yaşanan gerçek trajedilerden birine el atıyor.

-----------------------------------------------------------------------

Fragmandanda anlaşılacağı üzre 2. Dünya Savaşını ve Nazileri konu alan bir film. Eve bir gazete promosyonu olarak geldi. Daha önceki deneyimlerimden genelde abuk subuk filmler çıktığından prim vermedim açıkcası. Eşime yine saçma sapan bir filmle karşı karşıya kalacağız demekten alamadım kendimi. Fakat bu sefer öyle olmadı. Carice van Houten oyunculuğu,filmin akıcı anlatımı çok hoştu. Gerçekten çok beğendim. İçinde savaş, aşk ve gerilim üçlüsünü barındırabilmiş. 2006 yapımı olan film bizim hoşumuza gitti. Tavsiye ederiz:)

Pazar Kurabiyesi...

Cumartesini eş dost ziyaretiyle geçirdik. Pazarı evde geçirmeyi planlıyorduk ama son anda küçük hanımı epeydir (malum grip nedeniyle) ertelediğimiz tiyatroya götürme fikrini harekete geçirdik. Saat 11:00 de arıyorum. Telefonda bahsettikleri çocuk oyunu yaklaşık 3 aydır o sahnede. Malesef boş yer yok. Bir kaç koltuk var, balkon arka sıra. Onuda biz istemiyorum. Bu ilk deneyimini şöyle rahat rahat izlesin istiyoruz. Biraz bozuluyorum açıkcası. Konuyu getirmek istediğim şey tiyatro sanatçıları her çıktıkları programda talep yok şu yada bu diye şikayet ediyorlar. Peki nasıl çok merkezi sayılmayan bir sahnede 3 aydır oynanan bir çocuk oyununa yer bulamıyoruz. Neymiş demekki talep varmış.


Tiyatroya gitmek hayal olunca evden çıkmamaya karar verdik. Baba bir kaç tadilat işine girişince, bizde minik hanımla kurabiye yapalım dedik. Önce malzemeleri karıştırmak istedi. Peki tamam . Yağ ve un eline bulaşınca elimi çabuk yıka elim kirlendi dedi. Peki onada tamam. Kalktık elimizi yıkadık. Benim hamuru yoğurup onun istediği kıvama geldiğini görünce bu sefer anne sana yamıd edeyimler başladı. Oturduk birlikte önce bir güzel yuvarladı. Sonrada yumurta akına, ordanda susama buladı. Parmaklar ve her yer susam içinde kaldı. Şekilde görüldüğü gibi.


Arada sabırsızlanıp hamuru çiğ çiğ yedi. Sonuçta gerçekten büyük zevk aldı. Hatta yatmadan önce bile anne yaptığımız kurabiyelerden yemek istiyorum dedi. Kendi yaptığını yemek onu çok mutlu etti sanırım.



Küçük hanımın kurabiyelerinin son hali :)

4 Şubat 2010 Perşembe

Mıncırma ve çocuk eğitimi

Hep söylüyorum, biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi, grip "Yatınca geçer,"di, başın ağrıyorsa "Çocukların başı ağrımaz," denirdi, uykun kaçıyorsa "Oyuncaklarını düşün, güzel rüyalar görürsün," şeklinde konu halledilirdi! Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya "Tembel,"din ya "Yavaştan, sağlam sağlam öğreniyor,"dun! Hüzünlü bir çocuksan "Yazar olacak herhalde," derlerdi, yerinde duramıyorsan, etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı, susup otururdun.
Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar. Çünkü sonra sonra, koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk 'astım başlangıcı', okuma yazmayı zor söküyorsa 'disleksik', hüzünlüyse 'depresif', aşırı hareketliyse 'hiperaktif' diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler!
O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular? Emo! Emo ne? Hani beşaltı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan, miskin görünüşlü, asık suratlı, beti benzi atmış, sıska, dar pantolonlu, converse'li, siyah ojeli ergenler var ya... Taksim'de kaldırımlarda filan oturuyorlar. Aha onlar Emo! Emo kelimesinin emotional'dan (hissi) geldiği, bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu, topluma uyum sağlayamadıkl arı için böyle takıldıkları söyleniyor. Bizim zamanımızda punk vardı ya, onun gibi bir akım, ama bir halta yaramayanı!
HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM
Ay kıyamaam! Zamanında, kendi ergen yıllarımda bu akım daha dünyada yokken 10 gün emo takılmışlığım vardır! Kafam neye bozuktu hatırlamıyorum ama o 10 gün, üstelik de yaz tatilinde, evin o köşesinden bu köşesine oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım. Saçımı taramadım, denize gitmedim, sohbetlere katılmadım, tebessüm bile etmedim. Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp herkesin keyfini kaçırdım. Bir akşamüstü, balkonda otururken annem "Ne bu surat her gün, senin derdin ne kızım aaa," şeklinde pedagojik bir açılım yaptı. "Sıkılıyorum... Hayat çok anlamsız," cevabımın üzerinden sanırım birkaç saniye geçmişti ki acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım. Annem, her Türk annesinin uzmanı olduğu 'mıncırma' hamlesini oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmişti. Mıncırma, malumunuz evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse, ancak tekdir ile de uslanmıyor ve hakk ı kötekse kullanılan, konu komşu, bitişik ev duyar ihtimaline karşı avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir. Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir, elle kavranır ve et, 180 derece çevrilir! Hemen ardından, daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken, annem kısık sesle, yüzünü yüzüme yaklaştırarak "Alırım ayağımın altına," diye başladı ve "Karnın tok sırtın pek! Aklını başına topla! Sıkılıyorsan da git bakkala evin alışverişini yap, sonra da gel yemek kitabı ndan bir kurabiye pişir, akşam misafir var, hadi yallah," şeklinde bitirdi!
NE DERDİM KALDI NE DE TASAM
Malumunuz eti mıncırılan ergen olay yerinde fazla kalamaz, mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar, arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir. Mıncıran mutlu, mıncırılansa artık efendi bir insandır! Aynen öyle oldu. Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam! Emo'luğum o gün bitti, bu yaşa kadar da hep mutlu mesut, uyumlu, üretken biri olarak yaşadım. Şimdinin sokakta bira içen, gelen geçenden ihtiyacı var diye değil, hayat tarzı sandığı için para dilenen, dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp, bunalım takılıp bir işin ucundan tutmayan emo'larının başında, bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki. Ohoo. Muma dönerdi hepsi! Bir kere her şeyden önce bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifleri bir eşek tıraşına götürürlerdi, kesin! Ülkenin gençlerine bak. Tarikat yurtlarında yetiştirilen çocuklar, polise atsın diye eline taş verilenler, bir de emo'lar! Gelecekten çok umutluyum!
Gülse Birsel (Sabah)

Gezdiğim bir anne çocuk sitesinde gördüm yazıyı. Çocuk eğitimi o kadar hassas ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu kestiremiyorsunuz bir türlü. Hele bizim toplumumuz gibi eleştiri yakanızı hiç bırakmıyorsa. Bizde çocuktuk bizde ergen olduk asileştik ne terlikler yedik:). Bir bakış yeterdi ne yapacağımızı anlamaya hangisi daha sağlıklıydı çözemedim. Şimdi yenidoğan bebeğini kucağına alan soluğu psikologda alıyor. Serin kanlı olmakta belki çözüm, bazı şeyleri akışına bırakmakta. Büyük beklentiler yüklememekte. Yaşayarak öğrenmekte. Annelik ama işte sorguluyor insan kendini her an. Sağlıklı bir birey yetiştirmek adına.

2 Şubat 2010 Salı

Resimli konuşan CD...

Pazar gününü evde geçirdik. Ev toplama işlemleri yeni ev hala hazır olmadığı için azar azar toplanıyor her şey. Süreç git gide uzuyor. Oyunlar oynadık. Babayla boğuştuk. Muayene eldiveninden kukla yaptık. Kartondan elmalar. Ama hiç bir şey yetmedi küçük hanıma. Eninde sonunda sıkıldı. Cdlerin birini takıp birini çıkardı. İzlemek yok sadece can sıkıntısı. Aklıma eski videolarının olduğu cd geldi. Aaa izlerse belki hoşuna gider diye düşündüm. Önce biraz şaşkınlık. İzlerken kendinden o diye bahsetti. Beğenmedi konuşmasını :). Büsssa (büşra) diyor anne dedi. Sonrada müptelası oldu küçük hanım.

Sabah kalkıp anneanneye gitme çalışmaları sürerken. Anne resimli konuşan cdmi anneanneme götürmek istiyorum dedi. Hı deyip kaldım bi an sonra düştü jeton. Peki dedim. Bütün gün anneanneye izlettirmiş tekrar tekrar. Şurdayım yanımda şunlar var ayrıntılarıyla birlikte.

Balküpüpünden inciler:

Yağmur yağmış yerlerde su birikintileri olmuş.
- Her yer bıcık bıcık olmuş anne...:)

1 Şubat 2010 Pazartesi

Güneş

Havanın durumu insanın ruh halini bu kadar mı etkiler. Evet etkiler:). Sabah uyanır uyanmaz gördüğüm güneş resmen içimi ısıttı. Karlı, fırtınalı, yağmurlu onca havadan sonra. İçim ısınınca dolayısıyla yüzüm güldü. Yüzüm gülünce işlerim hep rast gitti:). Seviyorum ben böyle günleri peşine soğuk haberleri gelsede.

Pazartesi sendromunu dibine kadar yaşayanlardanım. Bazen ilk iş günü Salı olsa değişen bir şey olur mu diye düşünmeden edemiyorum. Sonrada bu seferde Salı sendromu yaşardın diyorum:). Bugün uzun bir aradan sonra gelen güneş bana Pazartesini bile unutturdu.

Yılını hatırlamıyorum ama bir Tv kanalında hava durumunu sunan bayan (emin değilim ama sanırım bayandı) spiker 'hava nasıl olursa olsun, sizin havanız yerinde olsun' derdi. Benimde son temennim bu olsun :)