31 Mayıs 2010 Pazartesi

Filistin....


Bir anne olarak, insan olarak yaşananlara kan ağlıyor içim. Sessizlik içime düşen. Kelime bulamıyorum hissettiklerimi ifade edecek. Öfkem, acım birbirine karışmış durumda. Dua, dua, dua...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Özür dilemem gerek mi?

Bir şey yüzünden bozuştuk çok kızgınım o an. Tek kelime etmiyorum. Sinirle yanlış şeyler çıkmasın ağzımdan diye. Yanıma geldi sırnaşık bir kedi gibi :)

- Anne
- Efendim.
- Şimdi benim özür dilemem gerek mi?
- :)) (Yorumsuz)

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Ben yaparım keki







Hayırrr...

Bu çocukların yaş sendromları hiç bitmiyor. 3 Yaş gelmesiyle bize bir armağan getirdi. O da hayır. Bu hayır tek başına gelmedi tabiki. Bide herşeyi kendi yapma isteğiyle birlikte. Ayakkabılarını kendi çıkartmak istiyor. Tamam çok güzel. Ama olurda kazayla biri ayakkabılarını çıkarsa yada yardım etse. O ayakkabılar tekrar giydirilip hiç bir şey olmamış gibi kendi çıkartıyor.

Eller en ufak bir şeyin bulaşmasıyla yıkanıyor. Dökülen sıvı sabunun haddi hesabı yok. Çok dök anne çok. Tuvaletini kendi yapmak istiyor. Tamamda temizlik kısmına yardım gerek. Hayır kabul etmiyor. Suyunu kendi dolduruyor. Bardağını yıkamak istiyor. Çamaşır makinasına deterjanı o doldurtuyor. Yumuşatıcı dahil. Arada bir deterjan gözleri karışıyor :).

Kısacası öz bakım becerileri dahil bir çok şeyi kendi yapmak istiyor. Olumsuz şekilde söylendiğinde şiddetli bir ağlama ve hayır bizi bekliyor. Zaman zaman sabrımızın taştığı anlarda olmuyor değil ama tüm bunları yaşının özelliği olduğunu düşünerek mümkün mertebe yardımcı olmaya çalışıyoruz.

Havluyu ulaşacağı şekilde asıyoruz. Kapı çaldığında kesinlikle biz koşmuyoruz. Suyunu doldurabileceği imkanları oluşturuyoruz. Son günlerde onunla konuşmanın faydasızlığını anladım. Çünkü kendi bildiğini okuyor. O an tepkisiz kalmanın onun üzerinde daha etkili olduğunu gözlemledim. Olmayacak bir şey istediğinde tepkisiz bir şekilde başka bir şeyle ilgileniyorum. Ağlasada bir müddet sonra susuyor.

Çocukla iletişim kurmak gerçekten zor. Biz büyükler bile çoğu zaman anlaşamazken. Minik bir bedenin yüreğin ne demek istdiğini anlamak çok daha zor oluyor. Sabırlı olmak, doğru adımları atmak gerek. Bu zorlu yolda her şeyi çoğu zaman olduğu gibi yaşayarak öğreniyorum...

21 Mayıs 2010 Cuma

Yumru...

Bu sabah bırakırken seni okula. Buğulandı gözlerin yine...
Sebebini bilmiyorum. Bazen o kadar ulaşılmaz oluyor ki yüreğin...
İşe geldim, çalıştım, aklımı dağıtmaya çalıştım...
Saatler sonra kalktı midemdeki yumru.
İnsanlar aşk tan bahsediyor ya...
Endişeden, ulaşamamaktan...
Daha hiç bir şey bilmiyorlar.
Kendi bedeninde taşıdığın minik bir kalbe ulaşamamanın sıkıntısını.
Yanındayken bile özlemeyi.
Az evvel aradım iyiymişsin..
Peki,
Ama gözlerim görmeden inanır mı yüreğim?
Sanırım erken alacağım seni bugün okuldan.
Başbaşa kalmak ikimizede huzur verir bebeğim...

Aşk Durdukça...




Bir insan günlerce aynı şarkıyı dinleyebilir mi? Tekrar tekrar. Takılmış durumdayım son günlerde :)... Huzur veriyor...

20 Mayıs 2010 Perşembe

Almina'ca...:))

Uzun süredir onun kelimelerini yazmamıştım. Her geçen gün büyürken konuşmalarına kelimelerine daha çok dikkat ediyor.Güldüğümüzde hemen doğrusunu söyleyip düzeltiyor. Unutmadan yazmak gerek. Bu arada 'R' lere 'V' diyen bir kızımız var. Ben biraz kasıtlı yaptığını düşünüyorum çünkü önceden yoktu böyle bişey. Çok tatlı oluyor ama :))

Para - Pava
Çalkala - Kalçala
Darılırım - Davıvıvım
Tilki - Kilti
Çevir - Çeviştir
Takılı - Takınık
Kıyafet - Kiyafet

18 Mayıs 2010 Salı

Anne olmak - Güçlü olmak...

Bazen bir bıkkınlık çöker omzuna insanın. Omuzları şöyle bir düşer. Rutin şeyler. İnsanların bitmek bilmeyen istek ve sıkıntıları. Ev - iş arası mekik dokumak. Off ya dersin. Sıkıldım bunaldım. Bu duygularla koyarsın başını yastığa.

Sonra ertesi sabah 6 da bir ses bağırır odasında ''anneee'' diye. Atarsın kendini yataktan. Sanarsın ki 100 metre engelli koşu yarışındasın. Kollarını açmış seni bekliyordur. İçin endişeli düştü mü?, korktu mu? acaba. Yooo sadece uyanmış :).

Alırsın kucağına. Artık kucağına bile sığmadığını acı acı fark ederek. Anne-baba yatağına doğru yol alırsınız. Yastığı diğer elinde. Yatarsın endişelerin, sıkıntıların, bıkkınlıkların hiç olmamış gibi. Uyumaya çalışan iki güzel el annesinin yüzünü almıştır ellerinin arasına. Gülümsersin hayata...

Sonra birden babasının üzerinde nevresim olmadığını farkeder kızar birazcık anneye. Çeker yavaş yavaş babanın üstünü örter o minik ellerle.

Anne olmak güçlü olmak. Her şeyi bir gülücükle unutmak. En yorulduğun anlarda bile enerji içiceği içmişçesine güç kazanmak:)...

Seni bırakırken ve alırken...

Az evvel bıraktım okula. Sabahları okula bırakırken sessiz oluyor. Mutsuz değil kesinlikle ama alışma sancıları işte. Sabah mahmurluğu. Ayakkabılarını giydiriyorum. Öpüyorum. Anne bende seni öpücem diyo. Öpüyor beni iki yanağımdan. Seni seviyorum diyorum her sabah ayrılırken. Hiç unutmadan. Bu hayatta onu sevmekten daha önemli ne var ki.

Sabah o sessiz sedasız bıraktığım minik kız. Akşamları hoplaya zıplaya iniyor merdivenleri. Çiçek gibi açılmış olarak. Anneee diye koşup sarılıyoruz. Bazen anlatıyor okula dair yaşadıklarını, bazense geçiştiriyor. Arkadaşlarından bahsediyor. Kimilerinin ismi evde daha çok geçiyor. Alışıyor gitgide. Bizde alışıyoruz kızımızın bu büyümüş hallerine....

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Kitapsız hikaye....

Kitaplara hayran bir kızımız var. Sevgilide bende tam bir kitap koliğiz. Sonuçta minik hanımda öyle oldu. Yalnız son zamanlarda özellikle kitapsız hikayeler istiyor bizden. Bazende şipariş oluyor bu hikayeler. Bebek hikayesi anlat anne, kedi köpek hikayesi anlat anne. O an başlıyorsun anlatmaya ama sonununda başlangıca paralel tutarlı gitmesi gerekiyor.

Olmadı küçükken okuduğumuz hikayelerden anlatmalı diye düşünüyor insan. En azından tutarlı bir anlatım olur.

Kırmızı başlıklı kız?? Yok yok kurt'un büyükanneyi yeme sahnesi onu çözemez daha.

Kül kedisi??? annesi ölmüş, üvey anne kötülük yapıyor yok yok buda değil...

Hansel ve Gratel ?? Yine cadı hikayesi. Babalarının ormana bıraktıkları çocuklar.

Pamuk Prensen ve 7 cüceler ?? Yine cadı, yine kötülük...

Sahi biz bu hikayelerle büyüdük. Cadılar hayatımızı bu kadar nasıl istila etmiş. Acaba hiç mi etkilenmedik. Yada kitapla tanışma yaşımız geçti ondan mı? 3 yaşındaki bir miniğe bunları anlatmakta güölük çekiniyorum. Şuan bir adet cadı kitabı var. Ordada cadı gayet iyi ve yardım sever. Zaman nasıl farklı seyrediyor. Bu anlamda en iyi kitaplarımız Ayşegül serisiydi sanırım. Severek okuduğumuz. Şimdi harıl harıl hikaye okunmalı kaçamak kaçamak. Küçük hanıma anlatmalı akşamları :)

13 Mayıs 2010 Perşembe

Bu kadar çabuk mu?? :(...

Daha iki hafta olmadı okula başlayalı. Saat 10:00 da yattı. 12:00 ağlayarak uyandı ne ağlama. Anne yüreği kesin okulda olumsuz bir şey oldu bu kadar ağlamaz yoksa diye yedim bitirdim kendimi. 3'te geri uyudu. 5 'te uyandı ve beklenen son ateşli :(

Anlaşıldı sebepsiz ağlama nedenleri. Halbuki ben yaz başlasın okula daha az hasta olur diye düşünmüştüm. Haftasonu mu üşüttük acaba. Okulda sırtını kontrol etmiyorlar mı?. Donrumada yemişti??? Sorular, sorular. Anne olmak aynı anda sayısız soru sormak ve sayısız cevap vermek.

Geçecek ama annenin aklı hep evde kalacak. Şimdi nasıl diye????

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Bitmeyen Enerji...

Okul maceramız tüm hızıyla sürüyor. Küçük hanım yavaş yavaş da olsa alıştı sayılır. Ama henüz çekingenliği üstünden atmış değil. Sanırım tam manasıyla tüm enerjisini bitiremiyor okulda. Buda evde bize artı olarak geri dönüyor :).

Hiç oturmuyor, sürekli anne ne oynalım şimdi sen söyle. Bi fikkim geldi anne. Komşu komşu oynayalım kesmiyor, boya yapıyoruz kesmiyor. Bilimum hoplama zıplama yetmiyor. Bide küçük çaplı bir tren halinde geziyoruz evde. Kendisi önde baba ve anne arkada her yere böyle gitmemiz isteniyor. Okulda kullanılan methodları evde bizde uyguluyor cimcime.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Büyümek....

Ne çok çabalarız büyümek için.
Anne kıyafetleri, ayakkabıları hep gözümüzde büyür
Onları giymek için ne heyecan duyarız.
Gizli gizli kaçamaklar yaparız arasıra.
Topuklarını kıracağımız söylenir ama bir türlü inanmayız.
Ablamıza özeniriz.
Onun yaşında olmak için neler vermeyiz ki.
Gözümüzle tararız her hareketini.
Onun yaşına gelince, onun gibi olmaktan ödün vermemek için.

Gün gelir ablamızın yaşını yakalarız.
Daha sonra annemize yetişiriz.
Büyümek için can atışlarımız, küçülme yoluna inişe geçmiştir bile.
Önce geleceği özleriz bekleriz gelsin diye.
Gelen gelmiştirde, bu sefer geçmişi ararız fellik fellik.
Ne büyük tezattır bu yaşamak.
Olamayan için arzu duymak, olduğunda kaybettiklerine ağlamak.
Dün merdivenleri annesinin topuklu ayakkabılarıyla inmeye çalışan hiç tanımadığım 8 yaş civarı olduğunu tahmin ettiğim bir kız çocuğu yazdırdı tüm bunları bana.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Annem'e...

Bilmiyorum ne zaman okur.
Ama bu anneler günü yazısında anneliğimden çok annemi yazmak istedim.
İnsan en çok ebeveynlerini eleştirir hayatta sanırım.
Neden daha fazla özgür değilim?
Neden her istediğimi yapamıyorum şeklinde...
İlk okula giderken sabahçı olduğumda (oturduğumuz sokak çıkmaz bir sokaktı servis giremezdi evin önüne kadar) servise kadar götürürdü beni. Çok kızardım ona ben giderim gelmene gerek yok derdim. Büyüdüm ya hani. Senin gözünde nasıl küçük göründüğümü bilmezdim.
Seni anlıyorum anne. Ama 20 yıl sonra kızımı okula bıraktığımda. Yanımda olmadığında neden endişelendiğini. Gözleri camlarda neden beklediğini. Bana güvenmiyor musun? dediğimde. 'Sana değil, dünyaya' demenin ne demek olduğunu şimdi anlıyorum. Bir kızım olduğunda.
Endişenin korkunun ne demek olduğunu. Bazı düşüncelerin gecelerce uykusuz bıraktığını. En ufak korkunun nasıl ellerini titrettiğini şimdi anlıyorum. Geç değildir hiç bir şey için umarım. İnsan yaşamadan bilmiyor anne...

Seni çok seviyorum...
Miniğimin değimiyle 'günün kutlu olsun anne'

iLkNuR...!
07/05/2010

7 Mayıs 2010 Cuma

Okullu olmak...

Bu hafta okula başladı küçük hanım. Biraz ağlayarak biraz mutlu. Alışma süreci sancılı olacak ona şüphe yok. Ama okula girerken ki endişesini, çıkışta görmüyorum yüzünde. Hergün yarım saat çoğaltarak başladık alışma sürecine. Şimdilik yarım gün gidiyor, belki haftaya geçer tam güne.

Evde okulun havası daha çok hissediliyor. Bize söylediği her şeyin sonunda 'çocuklar' kelimesi ekli.

- Hadi çocuklar
- Tren olun çocuklar
- Koşun çocuklar, :)) şeklinde.

Biraz buruluyor insan onu ağlayarak bıraktığında. Anne yüreği dayanmıyor. Ama bu birey olma çabası. Özgürleşme çığlıkları, bir yandanda mutlu kılıyor.
Mutlu olsun her zaman, sonsuza kadar...

6 Mayıs 2010 Perşembe

Bahçesini kaybeden, balkonunu bahçe sanar...

İstanbul'un ücra köşelerinden, merkezine gelmek. Orman'a komşu iken, apartmanlara yaslanmak. Salon camına vuran kiraz ağacından kiraz toplamak ve afiyetle yemek. Bahçedeki güller, çiçekler. Son iki yazdır böyle geçiyordu yazlar. Biraz sakindi doğru, özellikle kışları kar yağdı mı bir kaç gün mahsur kalıyorduk. Sitemizi yazlık gibi kullananlar bile vardı. Sonuçta emanetti. Kendi evimize taşınana kadar tadını çıkarttık doyasıya. Bahçeyi kaybeden ben, balkonda buldum kendimi. Şimdi miniğimle çileklerin kızarmasını, domateslerin büyümesini bekliyoruz...










Not: İlk sıradaki sardunya çekimi küçük hanım tarafından yapılmıştır :))...

4 Mayıs 2010 Salı

Neler oluyor...

Geçtiğimiz bir ay içinde iki kardeşiminde arkadaşları sırasıyla vefat etti. Birinin nedeni zayıflama hapı (kısmen intihar sayılır), diğeri ise ciddi ciddi intihar. Yaşları 24-18. İkisininde ortak noktası ailesel mevzular. Biri yüksek lisans öğrencisi işsiz. Diğeri lise son sınıf öğrencisi üniversiteye girmeye çalışıyor.

İki konuda derinden etkiledi bizi açıkcası. Özellikle intihar vakası. Eğitim sistemi gençlerin üzerine gerçekten büyük bir yük. Gelir düzeyi yüksek aileler çocuklarını sınav stresine bile sokmadan yurtdışına gönderiyor. Geride kalan çocuklar zorlu sınav stresini aşmalı. İyi bir bölüm kazanmalı. Okul sonrasıda hemen bir iş bulmalılar. Aileniz birde sizden üstün başarı ve gayret bekliyorsa sanırım sonuç hüsrana daha yakın.


Burda bir suçlu aramıyorum elbet. Aileler yada gençler yanlışta demek o kadar güçki. Ama şu bir gerçekki gençlerin bir ümidi yok. Çoğu üniversiteye girip okusalar bile iş bulmak konusunda ciddi sıkıntı yaşayacaklarını biliyorlar. Genç işssiz nüfus her geçen gün artıyor.


Çocuklarımızı beceri ve yeteneklerine göre sahip olacaklarını verecek bir eğitim sistemi ne zaman olacak bilmiyorum. Tek düze bir sistem içinden çıkılamayacak bir yaşamdan başkasını sunmuyor malesef bizlere. Bundan 15-20 yıl sonrasını düşündükçe bir anne olarak daha çok endişe ediyorum. Çocuklarımıza verecek neyimiz kalacak....

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Haftasonu Anneanne bahçesinde...

Haftasonu anneannedeydik bahçenin, güneşin, salıncağın tadını çıkarttık.

Bu minicik şey ne zaman bu kadar büyüdü hayretler içerisindeyiz.

Şirinlik, kovası elinden hiç düşmedi.



Biraz karanlık bir görüntü ama bu göbek beni bitiriyor.




Zavallı ördek çocukların ilgisinden bıktı :)...



Almina fırsat verirse domatesler büyüyecek :)).